Pazar sabahı ülkenin futbol seven insanları televizyonları açacak, spor kanallarına gidecek ve bir dolu yorum dinleyecek. Fakat, şu yukarıdakileri illaki birileri kullanacak. Doğruyu söylememek için lafı 40 yerden çevirecekler. Ama burası TV veya radyo değil, lafı dolaştırmaya gerek yok...
Son yıllarda Galatasaray'ın kazandığı kaç tane derbi hatırlıyorsunuz? Bir, birden daha fazla? Haydi, örneklemi biraz daha küçük tutalım. TT Arena açıldıktan sonra sadece 1 kez galip gelebildi G.Saray. O maçın öncesini, ne şartlarda, nasıl bir fikstür yoğunluğuyla oynandığını da hatırlamak gerek. Mazeret değil fakat doğru; Fenerbahçe'nin yarışmaya çalıştığı şekilde başka hiç kimse şampiyonluk için yarışmadı. Yahu, tercümana bile tedbir kararı koydular. Adamcağız maç sırasında karakoldaydı. Bu ülkede futbol teröristleri bile maç sırasında olmaları gerektiği şekilde karakolda olmuyor, kimse de bunun peşine düşmüyor.
Varsayalım ki, hakikaten masallara inanıp 'şike' var dediniz. Fenerbahçe şikeyi tercümanıyla mı yapmıştı mesela? G.Saray'ın kazandığı 3-1'lik galibiyeti tercümana verilen tedbire bağlamıyorum, hayır. Öncesinde dönen küme mi düşürsek yoksa puan cezası mı versek? Puan cezasını şimdi mi versek, en kritik maçın öncesine mi bıraksak? Savcının '90'a taktığı gol' FIFA Puskas Ödülü'ne aday oldu mu, o kısmı kaçırdım da ben.
Türkiye'de çoğu teknik adam maç öncesi soyunma odasında taktik konuşmaz. Konuşmak isteyen, yetisi olabilenler ise ya o fırsatı bulamaz, ya da taktiği dinlemesi gereken futbolcuların çok başka sorunları vardır, ödenmeyen maaş çekleri gibi... Aykut Kocaman, maç sonrası teknik taktik konuşulacak maç değil derdi hatırlarsanız. Çünkü, soyunma odasında da oyuncuları manşetlerden, cacık yapılan, ruh çağrılan futbol programlarından, şimdi Galatasaray AŞ CEO'luğu yapan ancak o günlerde TFF YK üyesi olmayı fırsat bilip Cornu'yla Fenerbahçe'nin Avrupa'ya nasıl gidemeyeceği üzerine yüzde problemlerinden, her gün medyanın 'rahatlıkla' sorabildiği 'şike' sorularından çıkarıp, futbola odaklayabilmek maharet isteyen bir konu. Kocaman'ın hakkını verelim.
12 Mayıs'a gelelim. Fenerbahçe'nin sabırlı oyundan, baskılı oyuna geçtiği dakikalara yan hakemin hızlı el hareketleriyle Dia'nın temiz top çalmasına faul vermesi ve Cüneyt Çakır'ın çıkardığı kırmızı kart. Sonra çığrından çıkan bir maç ve kaybedilen bir final...
O günler geride kaldı. Şimdi psikolojik olarak daha denk bir maç mı bizleri bekliyor? Saf olmayın. Bu asla gerçekleşmeyecek bir 'ütopya'. Yıldırım Demirören'in Caner 'e çıkan kırmızı karta ve PFDK'nın verdiği cezaya ilişkin savunmasına denk gelmişsinizdir. Hemen hemen şöyle demişti, bakın Veysel Sarı itiraf etti, demek ki Fırat bu lafı duymuş, bunun için çıkarmış kırmızı kartı. Peki, Caner'e verilen 2 maç ceza? Şeytanın avukatlığını yapıp şöyle soralım; hani olmaz ya, dünya tersine döndü de Selçuk İnan'a hakemin biri böyle bir ceza verdi. PFDK da bir akıl tutulması yaşadı, o zaman yaşamaz ya, 2 maç ceza verdi. Şöyle bir gözünü kapat ve düşün. Yok düşünemiyorsun, ben de düşünemiyorum. Neyse, konuyu oraya değil buraya çekeyim.
Tekniğe taktiğe gelelim. Fatih Terim'in abartıldığını düşünüyorum, çok fazla hem de. KDÇ Karabükspor maçı mesela. Ahmet İlhan Özek, G.Saray sağ kanadını 90 dakika boyunca felç etti. Ben TV'den izliyordum, Terim kenardan. Ben bu konuya bir şey yapmadım, öyle bir görevim yok. Fakat, Fatih Terim de yapmadı, öyle bir görevi olmasına rağmen. Basit bir konu. Karabükspor sadece 2 türlü atak geliştiriyordu. Ortadan LuaLua'nın topla birlikte yaptığı driplingler ve Ahmet İlhan'ın önündeki geniş alana yaptığı koşular. Halbuki, Eboue daha defansif oynamaya başlayıp, LuaLua'nın cirit attığı savunma ve orta saha arasındaki tavşan deliğine biri konumlandığı zaman Karabükspor tıkanmaya başlayacaktı. Bakın, gerçekten bu kadar basit. 50 bin tane maç izledik bugüne kadar. Hepsi kör dövüşü değildi. Her etki tepki yarattı ve biz de bunları gördük, inceledik, süzdük. Burada genelde etki de tepki de masabaşında oluyor ya her neyse...
Fenerbahçe normal şartlar altında bu maçı kazanır. Arena deplasmanını gözünüzde büyütmeyin. O stada truva yapmış biri olarak söylüyorum. G.Saray taraftarı 2 grubu çok fazla 'olumsuz' etkiliyor. 1 hakem kadrosunu, 2 kendi oyuncularını. Topu Fenerbahçe oynamaya başladığında, tribün rüzgarı tersine döner, yakılan mangallar söner.
Ancak, hakem konusu tam olarak böyle değil. STSL'de Arena'ya deplasmana gelmiş bir takım, eğer son 15-20 dakika avantajlı bir skora sahipse, ki bu takım Karabük ve G.Antep'ti mesela, hakemler sıralı sarı kart oyunu oynuyor. Faul yapsın ya da yapmasın, düdük faul gerekçesiyle çalınıyor ve sarı kırmızılı olmayan oyuncuya kartlar rahatlıkla çıkarılıyor. G.Saray sağlı sollu duran top kullanmaya başlıyor. Bu cendereden bir takımın çıkması kolay değil.
Mesela, bu maça Yunus Yıldırım da verilebilirdi, fakat verilmedi. Yunus Yıldırım sertliğe izin veren bir hakem. Ancak, raydan çıkması kolay olan Halis Özkahya verildi. Özkahya'nın sahada pimi çekilmiş bomba gibi dolaşması için 15 dakika yeterli. İlk hatalı kararından ve hatta Meireles, Mehmet Topal, Hasan Ali, Bekir gibi kritik pozisyonda oynayan bir oyuncuya çıkacak sarı kartı yeterli. Sonrasını hep birlikte göreceğiz. Bakın bu iş fal bakmak değil, her şey apaçık belli. Futbolcular gibi hakemlerin de bir karakteri vardır oyun içinde. Halis Özkahya kolay dağılabilecek bir hakem. Ancak, en azından Bülent Yıldırım değil, kabul ediyorum.
Geçen sezon Süper Final'de Fenerbahçe buradan çıkarken ve Mehmet Topuz eğlenirken, Fenerbahçe Sow'u daha maçın başında kaybetti. Meireles, Mehmet Topal gibi soğukkanlı orta saha adamları yoktu. Kuyt gibi bu tip maçlarda ekstra oynayan bir adamı yoktu. Son 15 dakika girebilecek bir Krasic'i bile yoktu. Stoch, Bienvenü, Özer vardı. Galibiyet golünü bu adamlarla buldu Fenerbahçe.
İlk cümleye geri dönelim ve karından konuşmak yerine tahmini yapalım. Ancak, şartlı bir tahmin olacak bu. Halis Özkahya sapıtırsa oyun Rus Ruleti'ne döner, mermi kimin kafasında patlarsa o kaybeder. Halis Özkahya sapıtmazsa Fenerbahçe buradan 'rahat' çıkar. Tıpkı 8 Eylül 1996'da olduğu gibi...
Zeki Rıza
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder