15 Eylül 2012 Cumartesi

Hafta Sonu Futbol Ekranı

15 Eylül Cumartesi
14:45 Norwich - West Ham @Lig TV 3
16:00 Kartal - Samsunspor @ Trt Spor
16:30 Dortmund - Leverkusen @ Trt Haber
17:00 Manchester United - Wigan @ Lig TV 3
17:00 Queens P.R. - Chelsea @ PL Tv
17:00 Stoke - Manchester City @ Lig TV 2
18:00 Kasımpaşa - Gaziantepspor @ Lig TV
19:00 Fürth - Schalke 04 @ Trt Haber
19:30 Sunderland - Liverpool @ Lig TV 3
20:00 Karşıyaka - Ankaragücü @ Trt Spor
20:30 Antalyaspor - Galatasaray @ Lig TV
20:30 Bursaspor - Karabükspor @ Lig TV 2
21:00 Getafe - Barcelona @ Ntv Spor
23:00 Sevilla - Real Madrid @ Ntv Spor
00:30 Fluminense - Atletico Goianiense @ Lig TV 3

16 Eylül Pazar
16:30 Anzhi - Krasnodar @ Lig TV 3
16:30 Freiburg - Hoffenheim @ Trt Haber
18:00 Eskişehirspor - Gençlerbirliği @ Lig TV 2
18:00 Reading - Tottenham @ Lig TV 3
18:00 Trabzonspor - Sivasspor @ Lig TV
18:30 Frankfurt - Hamburg @ Trt Haber
20:00 Denizlispor - Adana Demirspor @ Trt Spor
20:30 Akhisar - İstanbul BŞB. @ Lig TV 2
20:30 Fenerbahçe - Mersin İY @ Lig TV
22:00 Cruzeiro - Vasco da Gama @ Lig TV 3
22:30 Atletico Madrid - Rayo Vallecano @ Ntv Spor

17 Eylül Pazartesi
20:00 Adanaspor - Bucaspor @ Trt Spor
20:00 Beşiktaş - Elazığspor @ Lig TV
20:00 Orduspor - Kayserispor @ Lig TV 2
22:00 Everton - Newcastle United @ Lig TV 3
tribundergi.com

12 Eylül 2012 Çarşamba

Tozlu Raflardan #11 | Sir Alex Ferguson

Dünyada en iyisi kim diye sorsak muhtemel cevapların çoğu Jose Mourinho ve Guardiola olacaktır. Ancak bu adam onların toplam başarılarından fazlasını kazandı 25 yılda. Üstelik ellerinde kurulmuş mükemmel takımlar yoktu. Barcelona, Arsenal, Tottenham gibi takımların ilgisine rağmen 19 yıldır şampiyon olamayan ManU'yu seçti ve kendi efsanesini yarattı..
Futbolculuk döneminde büyük bir yıldız değildi. Fena olmayan gol ortalamasına rağmen hayali olan Glasgow Rangers forması altında uzun süre barınamadı Ferguson. İskoçya'da bir kaç takımda oynadıktan sonra 32 yaşında futbola veda etti.
Futbolculuğu vasattı ancak teknik adamlık kariyeri fena başlamamıştı. Stirlinshire'de yakaladığı başarı ile St Mirren'e geçti. Artık 1. ligde antrenörlük yapıyordu. 3 yıl burada kalıp 1. Lig şampiyonluğu yaşadı ancak daha uzun süre kalmasına izin verilmedi. Kulüp başkanı ile sıkıntı yaşadı zaten Alex anlaşılması zor bir insandı hep. ManU'da başkanlığını yapan Martin Edwars onun için ''Çok çabuk sinirleniyor, boş bir evde bile kavga çıkartabilir demişti.'' St Mirren'in ardından Aberdeen'in patronu oldu Ferguson ve efsane yavaş yavaş yazılmaya başlamıştı.
8 yıl boyunca Aberdeen'de başarıdan başarıya koştu. Celtic ve Rangers'ın hanedanlığını yıkıp şampiyon oldu. Aberdeen kariyeri biterken arkasında 3 şampiyonluk, 4 Federasyon Kupası ve 1 de Lig Kupası kazandı. Bunlar elbette çok büyük başarılardı ancak daha büyüğünü kırmızı beyazlı ekibin başında 5. yılında Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nı kazanarak elde etti. Finalde devirdikleri takım Real Madrid'ti! Aynı yıl koleksiyonuna Süper Kupa'yı da ekledi.
Aberdeen'de yaşadığı başarılar ona bütün avrupanın kapılarını açtı. Ülkesinden hayali olan Glasgow Rangers dışında Barcelona, Arsenal gibi takımlar onu patron yapmak istiyordu. O en zor olanını seçti ve Manchester'ın kırmızı yakasına gitti. Asıl sınavı şimdi başlıyordu ve o buna hazırdı.
Yukarıdaki kare United ile çıktığı ilk maça ait. Alex çıktığı ilk maçtan 2-0'lık mağlubiyetle ayrıldı. Sadece ilk maç değil genel olarak her şey kötü başlamıştı onun adına. İlk sezonunu Liverpool'un arkasından 2. sırada bitirdi. Ezeli rakip şampiyonluklar kazanmaya devam ederken şampiyonluk hasreti 20 yıla ulaşmıştı. Takımda yıldızlarla sorun yaşayınca bir bir yollarını ayırdı, altyapıya önem verdi. Her şeye rağmen başarı gelmiyor, tribünler homurdanıyordu. Bir yıl sonra City'e 5-1 kaybedince koltuğundan olmak üzereydi. Son bir şansı vardı ve kader maçında Nottigham Forest'ı yenerek koltuğu korudu. O sezon FA Cup'ı kazandı ve biraz olsun tepkileri susturdu.
Alex Ferguson kararlıydı ve takımı başarıya götürecek kadronun çekirdeklerini attı. Ertesi sezon yavaş yavaş meyveleri toplamaya başlamıştı. Kupa Galipleri Kupası finalinde bu kez Barcelona'yı devirip Avrupa'da yeniden zirveye çıktı. Ancak bu yeterli değildi zira asıl beklenen Lig şampiyonluğuydu. Bugünlerde Liverpool'un yaşadığı durum o dönem Kırmızı Şeytanlar için geçerliydi. Bir sonraki sezon bu kez Leeds'in arkasında kalıp özlenen şampiyonluğa yine ulaşamadı. Ama artık mutlu son yakındı ve bunun önünde kimse duramazdı.
1992-93 sezonu bir devrin başlangıcıydı. 26 yıl bekledikleri kupa Alex'in 7. yılında geldi. Çocuklarla şampiyonluk kazanılmaz diyenlere inat bunu başardı. Koleksiyonunda neredeyse eksik kupa yoktu ancak Avrupa'nın 1 numaralı kupasını yeni formatıyla kazanamamıştı henüz.
1997-98 yılı kupasız geçmişti ve Ferguson'un her başarısız yıldan sonra dahada hırslandığı gerçeği bir kez daha ortaya çıkacaktı. O yıl Şampiyonlar Ligi'nde finale kadar gelmişlerdi ve Nou Camp'ta sadece tek 90 dakika kalmıştı. Bayern Münih, Alex'in rüyasını kabusa dönüştürmek üzereydi son anlara girildiğinde. Ancak işler bir anda değişti ve unutulmaz geri dönüşlerden birisi yaşandı. Son 3 dakikada gelen 2 gol altın jenerasyona bu kupayı da getirmişti. Aynı sezon ligi ve FA Cup'ı da kazanarak üçleme ile bitirdiler. Bu 3 zafer ona yeni bir isim daha getirdi artık onun adı Sir Alex Ferguson'du!
2002 yılında sezon sonunda emekli olacağını açıkladı. Aslında bu bir çokları için normaldi ancak onun gibi asla doymayan ve sürekli kazanmak isteyen birisi için değil. Takımın kötü bir dönem geçirmesi nedeniyle bu kararından döndü ve 3 yıl daha kalmaya karar verdi. Bir yıl sonra 8. şampiyonluğu kazandı!
Takvimler 2006'ı gösterirken  Old Trafford'a ayak basalı tam 20 yıl olmuştu. O kırmızı koltuğunda otururken Liverpool bu süreçte bir çok teknik adamla konuk olmuştu ona ama hiç birine şampiyonluk izni vermemişti. Artık ManU tarihinin aralıksız en uzun süre çalışan teknik adamıydı.
Kazanmaktan asla vazgeçmedi. Bir çok kulübün tarihinde kazanmadığı başarıları o Manchester United teknik direktörü olarak 25 yılda kazandı. Dünya dönmeye devam ederken ve küreleşme futbolu etkisi altına almışken o hep aynı yerde kaldı. Real Madrid bu süreçte tam 24 teknik adam değiştirdi. İnter 19, Juventus 14, Barcelona 11 değişik teknik adamla çalıştı. Kırmızı yakada parton hep aynıyken şehrin mavi yakasında 14 menejer değişti. Manchester City onu durdurabilmek için 14. teknik adamını bekledi. Aslında onu durduran Mancini değil para olmuştu. Her şeye rağmen geçen yıl son 3 dakikaya girilirken şampiyondu. Milyonlarca dolar bile onu son anda geçebilmeye yetmişti. Yenilgiler onu hep kamçıladı ve değiştirdi. Elinden kaç jenerasyon geldi geçti ama zirvedeki yeri hiç değişmedi!
Üstteki foto Sir Alex'in Manchester ile çıktığı ilk final ve kazandığı ilk kupa öncesi. 1990 FA Cup finali! İlk finalinden bu yana Kırmızı Şeytanlar ile tam 31 kupa kazandı. Bu sayı büyüğüm diye geçinen bir çok kulübün toplam kupasından daha fazla belkide! Kişisel müzesinde ise dile kolay 45 kupa var! Emekli olacağı söylentileri hep çıkar ama gücü yettiğince hep orada kalacak gibi. Kendisine ve hiç çıkarmadığı cikletine pek bayılmasam da hayranlık duymamak elde değil. Hani son günlerin moda deyimiyle #respect!

Not: Hayatının kronolojik olarak gidişi Bora Beyzade'nin yazısından alınmıştır!

12 Eylül!


11 Eylül


Maçtan Notlar | Türkiye 3-0 Estonya

Hollanda maçının yarattığı olumlu hava medyaya ve kamuoyuna olumsuz yansımıştı. Zira Hollanda maçında ezilerek kaybetsek eleştirilerin dozajı bundan daha fazla olamazdı. O maçta sergilenen oyun, yakalanan fırsatlar ve Portakalların kötü oyununun üstüne Selçuk İnan'ın oynatılmaması rakibimizi Hollanda değilde Estonya gibi görmemize neden olmuştu. Bu maç  mesaj maçıydı ve basını ve kamuoyunu susturmak adına güzel bir fırsattı. 3-0 gibi net bir skor ortaya çıktı ancak  yeterli geldi mi tartışılır.

Maça çıkan 11'de Hollanda karşılaşmasına göre 2 değişiklik vardı. Sağ bekte Robben gazisi olan Hamit'in yerine formsuzda olsa o bölgenin tek gerçek alternatifi Gökhan'a verilmişti forma. Tunay'ın yerine ise Burak sahadaydı. Selçuk İnan yine kulübede kaldı.  Avcı elemeler başlamadan önce belirli bir dizilişimiz yok maça ve takıma göre sahaya takım çıkaracağız demişti. Dün öyle olduğunu görmüş olduk. Sahaya hücumda 442 savunmada ise 4231 gibi dizildik. Hücumda Umut'un boşalttığı sağ tarafa Arda'yı kaydırıp arkadan Gökhan'la destekledik. Hollanda karşısında bunu becerememiştik zira Robben tehdidi buna engel olmuştu. Maçın başında Estonya'nın net fırsatında hakem penaltı+kırmızı verebilirdi ancak yorumcuların deyimiyle şanslıydık. Aynısını bir kaç dakika sonra biz yaşadık ve bu sefer karar kırmızı oldu. Eğer o kırmızı çıkmasa ''Estonya şanslıydı'' derler miydi bilinmez ancak bu karar maçın seyrini değiştirdi.

Savunmada iki stoperi kanatlara açıp aralarına Mehmet Topal'ı sokarak bekleri öne atmaya çalıştık ancak  bu plan maçın ilk bölümünde tutmadı. Estonya araya bol bol adam kaçırdı şansımız yaver gitmese gol görmemiz işten bile değildi. Kırmızı karttan sonra rakip alana yerleştik ve özellikle Emre'nin çabaları ile hücumda atraksiyonlar yarattık. Emre'nin golü maçı bize getiren faktör oldu. Daha  sonra Sercan'ın enfes ortasında Umut'un kafası ve Selçuk'un golü ile 3-0 gibi net bir skorla kazandık. 3 puan hanemize yazıldı ancak kafalarda kalan soru işaretleri silinmedi. 

Selçuk İnan neden oynatılmadı?
Milli Takım sahaya Emre ve Topal ikilisi ile başladı. Maçın adamını seçecek olsak Emre açık ara kazanır ardından söyleyeceğimiz isimde Topal olurdu. Selçuk'a forma vermek için bu ikiliden birini yanına almak zorundaydı Avcı. Peki bu isim kim olmalı sorusunun cevabı kamuoyunda söylenenin aksine Emre değil Topal olurdu. Emre eğer sorunlu bir oyuncu olmasa muhtemelen ondan bahsederken en iyi oyuncumuz falan derdik. Emre mutlaka sahada olacak çünkü pas oyununun yanı sıra topu ileri taşımak adına büyük bir silah. Selçuk biraz daha aklı ve ara pasları ile oynayan bir oyuncu. Emre-Selçuk tercihi yapılmaz zira birbirini tamamlayan oyuncular. Topal yerine oynamamasının sebebi ise bana göre savunma güvenliğini artırmak idi. Mehmet Topal dün ki maçın en çok topla oynayan, en fazla isabetli pas atan ve en çok top kesen oyuncusu! Dün kırmızı kart çıkmasa senaryo çok farklı olabilirdi bu yüzden Topal tercihinin ne kadar doğru olduğunu gördük. Selçuk oynayacaksa bu iki ismin yanına koyulur. Abdullah Avcı bu tercihi yapmadı. Bunun için söylenecek söz yok zira hocaya sistemini de biz söyledikten sonra onun orda ne işi var? Avcı'nın da dediği gibi koltuğa saygı gösterip eleştirilerin dozajını iyi ayarlamak lazım. Selçuk konusu kanser olmak üzere ve kaybedilen her maç sonu önümüze sürülecek. Bundan çıkmanın yolu sürekli kazanmak ya da oynatmak. Hangisi daha kolay belli ama Avcı zor olanı seçecek gibi...

Selçuk'un saha içindeki Tavrı
Selçuk İnan bu ülkenin son yıllarda en iyisi desek pek itiraz eden olmaz herhalde. Oyununun yanı sıra duruşu ile de oynadığı değil bütün takım taraftarlarının saygısını ve beğenisini kazandı. Oynatılmamasının tepkiyle karşılanması kadar doğal bir durum yok ancak bunun ayarını bir türlü tutturamıyoruz. Selçuk dün sahaya girdi ve golünü attı. Golden sonra sevinmemesini eleştirmek hakkımız değil zira bu onun tercihidir ve psikolojik durumunu bilemeyiz. Benim takıldığım kısım burası değil, garipsediğim uygun bulmadığım maçtan sonra Ntvspor mikrofonlarına yaptığı açıklamalar ve duruşu. ''Bu hocanın kararıdır benim görevim bana görev verildiğinde elimden geleni yapmak'' şeklinde konuştu ve gerekeni söyledi ancak bunu söylemesinin ardından hemen arkasını dönüp gitmesi anlamsızdı. Ortaya koyduğu tepki belki hakkıdır ancak unutmaması gereken orasının milli takım olduğu ve hocasını zor duruma soktuğudur. Kısacası bu meselede en az hatası olan o ama o da hata yapmaya başlarsa bu iş kanser olmaktan öteye gider ve tüm takıma zarar verir.

Emre'nin liderlik vasıfları ve yapmaya çalıştığı şey
Ülkenin belkide futbolcu olarak en sorunlu adamı Emre Belözoğlu. Tekrar ülke dışında forma giymeye başlamasıyla basınımız onu kullanmaktan mahrum kaldı ancak milli maçlarda tekrar fırsat doğdu. Dün attığı golden sonra yedek kulübesine giderek eleştirilere karşı birlik beraberlik mesajı vermek istedi ancak bu biraz yanlış anlaşıldı. Takımın kaptanı olan Emre, diğer kaptan Hamit bu sevince katılmayınca biraz anlamsız bir tepki gösterdi. Yapmak istediği fazlasıyla iyi niyetliydi ancak Hamit'in mental olarak pek iyi durumda olmaması bu düşünceyi aksattı. Ortada o kadar büyütecek bir şey yok ancak hep dediğim gibi malzeme Emre olunca sonuna kadar kullanıyor basınımız.

Tribünlerin tepkisi
Kadıköy'de dün uzun zamandır olmadığı kadar güzel bir milli takım seyircisi vardı. Ortam şahaneydi ancak her şeye rağmen yine hatalar yapıldı. Selçuk için tezahürat yapmak o kadar anlamsızdı ki mesela. Sahaya olmayan bir adamı sahaya aldırma çabası için bu yapılan belki belirli bir dakika aralığında kabul edilebilirdi ama bu kadar uzun süre yapılması sahadakilere ve kenarda oturan Avcı'ya büyük ayıp oldu. Diğer bir saygısızlık Estonya milli marşı çalınırken oldu. Başka ülkelerde bayrağımıza ve marşımıza saygısızlık yapılınca ortalığı ayağa kaldıran bir toplumuz ancak başka bir ulusun milli marşı okunurken ıslıklayan da biziz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu... Seyirci bu konuların dışında gayet iyiydi. Basında bugün baktım bunlar yüzünden değil Burak'a yapılan yüzünden eleştirilmiş ancak buna da anlam veremedim. Burak maçta sürekli bencilce hareketler yaparak aldığı topu eziyordu. O pozisyonda solunda bomboş oyuncu varken anlamsız bir şu çıkarması bardağı taşırdı ve ıslıklandı. Seyirci oyuncuyu stadyumda eleştirmeyecekse nerde yapacak? Bazen oyuncuları korumak adına böyle şeyler söylememiz büyük hata. Oyuncu basın tarafından değil taraftar tarafından eleştirilince kendini düzeltir. Kişisel fikrim Burak bunu büyük ihtimalle Fenerbahçe seyircisinin tepkisi olarak algıladı ve onda değişen bir şey olmayacak. Madem Fenerbahçe seyircisi ona gıcık olduğu için yaptı neden Selçuk İnan'a gıcık değil. Oturup bunu düşünmeli Burak ve ona benzeyen bir çokları...

Abdullah Avcı muhtemelen Eylül başında bu iki maçtan en az 3 puan hedefliyordu. Hollanda'dan alınacak 1 puan bile ekstra olacaktı. Şu ana kadar planlarda bir sapma yok ve asıl kırılmayı ve bizim hedefimizi Ekim ayı belirleyecek. Bakalım milli takım yine ikincilik hesapları yapmaya mı başlayacak yoksa uzun zamandır ilk kez liderliğe inanacak mı. Bunu ekimdeki maçlar gösterecek.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Baba&Oğul


Jose


Formula 1'de Kapalı Kokpit Önerisi

İki hafta önce koşulan Belçika GP'de meydana gelen kaza Formula 1de güvenlik önlemlerinin tekrar gözden geçirilmesine sebep oldu. Fernando Alonso'nun kazadan kıl payı kurtulmasının ardından daha önce rafa kaldırılan ''Kapalı kokpit'' önerisi tekrar gündeme geldi. Kazayı görmeyenler şuradan izleyebilir.

Fotoğrafta da gördüğünüz gibi yeni tasarımda pilotu görme şansınız yok. Bunun avantajları var elbette ama sosyal medyada dezavantajları hakkında da konuştuk. Önce bu kokpit kaza esnasında sıkışır açılmazsa ne olacak sorusu akla geliyor. Yangın falan çıktığında içeride bayılan pilot açamazsa nasıl ulaşılacak? Her şey bir tarafa Formula 1 ruhu buna müsade etmiyor. Umarım bu fikir tekrar açılmamak üzere rafa kaldırılır. Zira F1'i diğerlerinden ayıran ilk özelliklerden birisi açık kokpitli olması ve pilotu görmemiz. Görmedikten sonra diğerlerinin hiç bir farkı yok...