29 Eylül 2012 Cumartesi

Game of Thrones | Kasımpaşa 2-0 Fenerbahçe

Yazının başında hep iki maç öncesini söyler ona göre gelir maça bağlarım ama bu sefer bunlara hiç gerek yok. Klasik bir laf vardır bütün yorumcular ilk bunu söyleyerek başlar sözüne: ''Kötü oynayabilirsiniz ama asla kötü koşamazsınız.'' Fenerbahçe kötü oynamıyor. Bunu söylemek kötü oynayan takımlara büyük ayıp olur. Fenerbahçe oynamıyor sadece gol yemeyelim bir şekilde o forma atar zaten mantığı var. Fenerbahçe kötü koşmuyor, Fenerbahçe'nin kondisyonu da zayıf değil. Fenerbahçe oyuncuları koşmak istemiyor, koşası gelmiyor. 

Bugün sahadaki takımdan utandım ben. Çubuklu formayı giyen o kadar adamdan utandım. Topal ve Meireles'i bir kenara bırakırsak geriye kalan herkes büyük takımda ilk maçına çıkan 18 yaşında çocuklar gibiydi. Kimse sorumluluk almak istemedi. Savunmadan pasla çıkarken kaptırırım diye topu alan herkes uzun vurdu. Toptan kaçtı resmen oyuncular ve çalım atmaya bile korktular kaptırırım diye. Top almak isteyen tek adam vardı o da almaması gereken yerlerde gelip ısrarla aldı topu hatta zorla aldı! Alex Topal'ın Meireles'in pas kanallarına girmek yerine dibine kadar gelip topu almayı yeğledi. Aldıktan sonra yanına sağına soluna attı pasları. Bunları zaten Topal ya da Meireles'te atardı be abicim?

Bugün sahada olan takım bana 3 yıl önceki Rijkaard dönemini hatırlattı. Sahada ki takım ne koşuyor ne de bir şey yapmak için emek sarfediyordu. 11 adamın çoğunluğu o kadar rahattı ki sahada topa ayaklarını uzatmaya çekindiler. Onların bu durumu için bir kaç teorim var. Ya ciddi manada takımı sabote edip teknik kadroda değişikliğe gitmenin peşindeler ya da sonuç ne olursa olsun hocanın ya da Alex'in konuşulacağını biliyorlar. Fenerbahçe mağlup olur Hoca konuşulur, Fenerbahçe kazanır Alex konuşulur. Topuz hiç konuşulmaz mesela ya da Egemen'e kimse laf etmez. Sow çok kötü abi diyende olmaz, Sow'a top gitmiyor denir. Sow'a topu götüremeyen değil hoca suçlanır. Oyuncular buna o kadar alıştı ki artık gamsızlık konusunda birbirleriyle yarışır oldular.

Başka bir konuda prim meselesi. Fenerbahçe ne zaman galibiyet serisi yakalasa ya da başarı kazansa cepleri doldu anında. Futbolcuyu parayla oynattırmaya o kadar alıştırdılar ki para gelmeyince işler tersine döndü. Rüşvete alışmış adam rüşvet alamayınca senin işini yapmamaya başlar. Halbuki o zaten onun görevidir senin rüşvet vermene gerek yoktur.

Bunlar hep teori ama birisi gerçek! Belki de hepsi gerçek hepsinin payı var bu durumda. Sadece hocayı suçlamakla bir şey değişmez bunu görmek lazım artık. Hoca yarın istifa eder de takım çatır çatır oynamaya başlarsa Aykut Kocaman frenmiş demek yerine bu oyuncular Kocaman için oynamıyormuş derim! Zira hiç bir teknik adam bir takımı 1-2 haftada 180 derece değiştiremez. Gittiği zaman takım değişmezse hoca zaten suçlu diyemezsin. Neyse daha fazla konuşmanın alemi yok. Zaman içinde her şeyi söyleriz. Zaten twitterda orda burda konuşuyoruz.

Son bir not Alex'e. Sen hocanı sevmiyor olabilirsin ama Fenerbahçe'yi sevmek zorundasın abi. Bu takım için oynamak zorundasın.. Sen iyi oynayınca kimse Aykut iyi oynattı demiyor. Eğer bir cevap vereceksen bunu iyi oyunla yaparsın. Senin derdin çok başka başkaysa onu hiç bilemem. Ve eğer öyleyse ya da neyse öyle olduğunu aklımdan geçirmek bile bir hafta önce yaslanıp efkar sigarası yaktığım heykele ayıp olur...

Totti ile Diyar Diyar!

Önce başlıktan başlayacak olursak TV'de gezi programları meşhur olmuştu bir ara. Belki hala vardır bilmiyorum ama bunu başlatan Acun olmuştu sanırım. Sonra Ahmet'le geziyorum, Mehmet'le diyar diyar falan bolca program çıktı. Bende geçen hafta 10 günlük süreçte 7-8 şehir gezdim ve bunu buraya taşımaya karar verdim. Bunun devamını yapmak istediğim için oldu biraz.

Yolculuk memleketten Peder ile Samsun ve Ordu'ya gitmekle başladı. Samsun zaten benim ikinci memleket durumunda okuldan dolayı 5 yıl geçirdiğim için. Ardından Ordu'ya sonrada Fatsa ve Ünye'ye gittik. Karadeniz'in kıyısında sevimli ve yaşanır bu iki şehri gördükten sonra dönüş yolu başladı. Bu arada Ordu deyince direk fındık geldi aklıma zaten her yerde gördük bol bol serili fındıkları. Fındık iyidir, candır. Ha birde fotosunu alamadım ama çalışan hamalın bile üzerinde Orduspor forması vardı. Süper Lig'e çıktıktan sonra büyük yatırım yapan Orduspor'a destek var orası kesin.

Ordu'dan sonra Bandırma yolculuğu başladı. Yol üzerinde Angara'nın bağlarını, büklüm büklüm yollarını gördük. Polatlı'da Bugşaşspor armasını görünce aklımıza Arsenal arması geldi direk. Ucundan kıyısından esinlenilmiş gibi geldi bana açıkcası ama çıkıp yok yahu tamamen orijinal derlerse de itiraz edecek halimiz yok. Bu arada her şehirde gördüğümüz ''Sarıgül Mefruşat başarılar diler'', ''Ahmetoğulları  Kooperatifi destekler'' tarzı pankartları Polatlı'da da bol bol gördük. Her yerin bayraklarla donaltılması hoşuma gitmedi desem yalan. En azından ortalıkta Fenerbahçe, Galatasaray bayrakları yerine şehrin takımının filama ve bayrakları vardı.

Ankara'dan sonra yolumuz Eskişehir'e düştü. Eskişehirspor tesislerinin yanından geçerken Ediz aklıma düştü bir anda. Futbolla çok alakalı olmayan babam bile olaydan haberdar olduğunu gösterip olaydan bahsetti. Bunların sağlık kontrolü falan yok mu, nasıl anlaşılmıyor dedi. Diyecek bir şeyim yoktu. Ediz'i andık ön camı buğulandıran yağmur eşliğinde Eskişehir'i geçtik duraksamadan. Yol üzerinde Bozüyük tabelalarını görünce doğrusunun ne olduğunu da öğrendim zira yıllardır Bozöyük diye biliyordum.

Gece geç saatlerde Bandırma'ya vardık. Ertesi sabah yağ fabrikasında bir kaç mevzu çıktı sonunda iş halloldu akşam üzeri Bandırma'yı turlama şansım oldu. Güzel şirin yer. Her yerde Banvit bayrakları görmekte güzeldi. Takımın salonu içerden süper gözüküyor ama dışardan bi' yenilemeye ihtiyacı varmış gibi geldi bana. Bu arada fotoda gördüğünüz gibi Bandırma'nın boğaz köprüsü de varmış onu da öğrenmiş olduk. Daha fazla kalıp daha fazla gezmek isterdim ama yeniden yollara düştük. İstikamet Çanakkale üzerinden Edirne idi. Bu arada Bandırma'da amma fazla rüzgar vardı. Hiç hazzetmem aşırı rüzgardan...
Boğazdan gemi ile karşıya geçene kadar bir kaç ilçeden geçtik. Yaşanılacak yer dedikleri yerler buralar olsa gerek dedim. Harbiden sessiz sakin, deniz, güneş her şey vardı. Hani özenmedim desem yalan olur. Mutlaka tekrar gelecem dedim kendi kendime ama bu kez tatil için. Bu arada gemi ile karşı kıyıya geçerken biraz soyulduk. O nasıl bir tarifeydi öyle. Belediye 8 lira park parası aldı, o da gemiyi beklerken geçen on dakikada yolun kenarını işgal ettiğin için. Birileri oralarda çok zengin oluyor kesin. Olmuyorsa bile gelişmemesi için hiç bir sebep yok zira deli para akışı var. Cem Yılmaz'ın hesabından günde şu kadar araba geçse falan filan...

Edirne'de küçük bir tur yapma şansım oldu. Öyle büyük bir yer değilmiş ama her yerinden tarih akıyor. Bu arada bir kahvehanede ManU-GS maçının ilk yarısını izledim. Peder dedi ki bu kadar küçük yer bunun parasını nasıl karşılıyor. Mantıklı soruydu ama Azeri kanallarının şifresinin kırıldığından  haberi yok. Zaten futbola çok alakası olmadığını söylemiştim. Bu arada sevgili pederim Trabzonsporludur. Ama sorsan Şenol Güneş'i tanımaz. Ya da tanır mı acaba. Bunu bir sorayım ben.. 

Ertesi sabah pederle yollarımızı ayırdık. Ben erkenden İstanbul yoluna düştüm malum akşam Marsilya maçı vardı. İstanbul'a girişle beraber berbat trafiği ile yeniden tanıştık çekilecek gibi değildi. Gün içinde kuzenle buluştuk ardından İstanbul'da asker olan diğer kuzenle biraz muhabbet derken biletleri bastırdık. Stad etrafında sosyal medyadan tanıştığımız adamlarla yüz yüze tanışma, konuşma şansımız oldu. Akşam maç saati yaklaştı ve stadta yerimizi aldık. Atmosfer muhteşemdi ve bugün mutlaka kazanırız diyordum kendi kendime.

Maç başladı ve ardından marşlar ardı sıra geldi derken Marsilya bastırmaya başladı. Genel çoşku kaybolmuştu zira zaten kırılgan bir yapıdaydık ve yenilecek bir gol atmosferi tam tersine çevirebilirdi. İçimden bir gol yersek Aykut Kocaman istifa tezahüratlarının olacağı geçiyordu. Kötü oyuna rağmen çokta net pozisyon vermiyorduk. Caner pek iyi değildi. HAK ona pası verdiğinde hadi olum bi icraat yap dememle gol olması bir oldu. Tanımadığım adamlarla kucaklaşıyor gole seviniyorduk. Bu arada sesimi yavaş yavaş kaybediyordum.

Devre arasında kötü oyuna rağmen önde olmamız herkesin yüzünü güldürmüştü. Hayatımın en uzun tuvalet kuyruğunda eğleniyordum. Herkes mutluydu ve saçma sapan espiriler yapıyordu. Sanırım önde olmasak bu espiriler yapılmaz, yapılsa bile yapanın ağzına vurulurdu. İkinci yarı başladı kalemizde atakları izlemeye başladık. Zaten ne olup bitiyorsa önümüzdeydi. Önümüzde olmayan Topuz'un ortasına Alex'in kafası oldu. 2-0'dan sonra tribünün ortak kanısı artık geriye yaslanırızdı ama kimse puan kaybını aklına getirmiyordu. Marşlar söylenmeye başlamış, futbolcuların bir bir hatrı soruluyordu nerdeyse. Maça sırtımızı dönmüştük arada sırada dönüp pozisyonlara göz ucuyla bakıyordum. Valbuena topla yaklaşırken gol atacam diye geldi sanki onu tüm tribün hissetmişti. Golü kalemizde görene kadar belkide son bir yılın en iyi tribünü vardı Saracoğlu'nda. Ben görmemiştim en azından bu kadarını diyordum, maç sonunda Aykut Kocaman'da aynısını söyleyince tamam dedim. Son anlarda artık bitsin bu maç diye bekliyorduk. Takım orta sahayı geçemiyor, Saatçi Bienvenu yerde döbelenip duruyordu. Stoch topu elle kesince küfürler kulaklarımı aşındırdı. Ardından gelen ortada ''laaaannn'' derken top kornere gitti. Açı itibari ile bir an gol sandım yıkıldım. Artık son top diyordum içimden zira uzatmalarda kaçıncı dakika olduğunu o an orda bilemiyorsunuz. Orta geldi ve çizgiden çıkmadı. Çıkmadı o top oradan işte. Başımı ellerimin arasına alıp öylece kaldım. Ne kadar kaldım bilmiyorum ama bıraktığımda etrafımda insan sayısı azalmıştı. Aykut Kocaman'a yönelik eleştiriler ya da siz ona ağız dolusu küfürler deyin tavan yapmıştı. Biraz oturduk ve sonra çıktık.

Çıktıktan sonra nereye gidelim bilemedik.. Öylece anlamsız şekilde dolandık sokaklarda. Yoğurtçuda sırtımı Alex'e verip yarım saat falan oturdum. Bir ara yanımıza gelen bir grup Alex'le foto çektirdi. Oturdu muhabbet etti. Birisi Alex kim abi falan heykeli dikiliyor dedi, kalkıp ağzının ortasına vurasım geldi ama ona bile dermanım yoktu. İşin garibime giden kısmı da heykelin üstüne çıkıp foto çektirmek oldu. Heykel saygıdır ulan üstüne çıkmak ne oluyor? 

Neyse Alex'le vedalaşıp, Lefter'e selam verip bir cafe bulup oturduk. Sabaha kadar neden böyle oldu soruları kafamın içinde dolandı durdu. Her çayımı yudumlayışımda sorunun cevabını aradım ama bulamadım. 

Sabah kuzeni otobüse bindirip bir şekilde akşam ettim. Maslak'a Doğus Medya Center'a gittik. Yenilsen de Yensen de için tanışma toplantısı vardı. Bir odaya girdik oturduk o sırada selaam deyip içeri ince hoş bir hanım girdi. Ekranı kaplayan, vamp kadın dediğim Dilara Gönder'di giren. İncecik sevimli bir hali vardı. Oturacak sandalye bulamayınca karşıma bağdaş kurup oturdu. Buradan +10 puan yazdım zaten:) Şaka bir kenara muhabbet ilerledikçe ona karşı ön yargılarım yıkıldı. Erkek gibi kadın derler ya (bunu olumsuz manada kullanırız ama benım için çok olumlu) tam da öyleydi. Hani maça gider avaz avaz bağırırım tam o tip. Kendiyle barışık filan. Neyse sonra ayrılmaz ikili Banu-Bağış geldi selam faslı falan sıradan tanıştık. Bu arada bir yandan hasta olduğum için ve sesimi dün maçta bıraktığım için kendimi pek iyi hissetmiyordum. Programa katıalcaklar bi' saat sonra aranarak söylenecek denildi ve ayrıldık. Yalnız program falan önemli değildi artık. Orada geçen makara, sohbet bile yeterliydi benim için. Bir saat sonra arayıp yarın 10.30'da burada olun denildi.

Ntvspor ziyaretinde en çok dikkatimi çeken şeylerden birisi de üstteki fotoğraftı. Emre Gönlüşen'le ayak üstü tanışma ve sohbet sırasında fotosunu alıp almamda sakınca var mı dedim yok dediği için buraya da rahatlıkla koyuyorum. Bu forma eşsiz onu önce söyleyim. Mehmet Topuz'un olaylı transferinde giydiği BJK forması çerçeveletilmiş. Şimdi bunun
altında buza arayanlar olacak ama bence gayet eğlenceli bir durum:) Bu arada Devrim Çetin ile de tanışma fırsatımız oldu. Adamda sıfır ego hayran kaldım. Hiç tanımadığı biri ile oturup saatlerce konuşur. En azından bende bıraktığı intiba bu.
Yenilsen de Yensen de için bir iki haftadır davet alıyordum ama gitmek benim için meseleydi. E malum uzun yol. Neyse Avrupa maçlarının olduğu hafta sonunda katılma fırsatım oldu. Programın başında söz geldi ve maçla alakalı konuşma fırsatım oldu. Sonrasında tekrardan söz almak istemedim hastalık ve maç sebebiyle sesim pek sağlıklı değildi. Zaten sözde pek gelmedi zira anadolu takımlarının avrupa maceraları büyük takımlardan daha fazla konuşuldu. Bu durumdan rahatsızlık duydum desem yalan olur hatta hoşuma bile gitti o hikayeleri yaşayanlardan dinlemek. Büyükler varken geriye kalanlar hep diğerleri olurdu ama o gün programda diğerleri olan büyük takımlar oldu:) Tekrar katılacaz gibi gözüküyor eğer olursa biraz daha tecrübeli olarak yine muhabbete dahil oluruz ama amaç orda konuşmak değil orda olmaktı zaten. Ben ne yorumcuyum ne de diğerlerinden farklı özelliklere sahibim. Abi sen konuşmadın pek diyeler içindi bu. Oradaki makarayı yerinde yaşamak güzel bir deneyimdi benim adıma. Program su gibi akıp geçti, reklam araları da programdan daha keyifliydi belki de..

O akşam İstanbul'dan ayrılıp Kocaeli'ne geçtim. Geçtim derken iki saat yol 4-5 saaten fazla sürdü trafik sebebiyle. Bir gün Kocaeli'nde kalıp memlekete dönüş yaptık. 10 aranın ardından evde olmak gerçekten harikaydı zira yatağımı özlediğimi fark ettim. Bunu bir daha yapmak ister miyim sorusunun cevabı evet ama yakın zamanda mı derseniz hayır derim.

Yolculuk sayesinde güzel insanlar tanıdım, güzel yerler gördüm. Harika bir deneyim oldu. Umarım bunun ikinci versiyonunu da yazarım. Bunu biraz geç yazdığım için bir çok detayı unuttum ya da yazdıktan sonra aklıma geldi. Bir daha olursa sıcağı sıcağına yazarım o kesin. Atladığım detay şu mesela. Alex, Marsilya maçında bir ara o kadar yoruldu ki Topuz'la yer değiştirip sağa deplase oldu. Bu yüzden çıkması hata değildi. Tribünde o kadar adam bunu fark edemeyip neden çıkar, bu adam Alex'e takmış dedi. Aslında gerçek gözlerinin önündeydi. Her neyse şimdilik bu kadar.

Not: YDYD esnasında çekilen fotoları bana atabilen olursa sevinirim zira orada aldığım mail adresini kaybettim. Okuyup da o fotoları bana atmayan bizden değildir. Eyvallah.
Not 2: Hızlı hızlı ve biraz da geçe bırakım zoraki yazdığım için yazım ve anlam hatası varsa affola...

28 Eylül 2012 Cuma

Totti&FedEx

Güzel adamlar, 10 numara adamlar...

Celtic'in 125. Yıl Forması

İskoçya'nın iki devinden birisi Celtic bu sezon 125. yılını kutluyor. Bunun için özel bir forma tasarlanmış ve tanıtımı yapıldı. Tanıtımı güzel kılan ise forma ve takım fotoğrafının 125 yıl önceki fotoğraf makinası ile çekilmesi. Rangers bu sezon alt ligde iken zirvede yalnız yürüyen Celtic taraftarından mutlusu yoktur herhalde. Ya da Rangers'sız şampiyonluğun tadı yoktur. Bunu onlara sormak lazım. Celtic sempatizanı olarak Ranger'sız ligin tadı tuzu yok benim adıma.

28 Eylül 1996 | Arsene Wenger Efsanesi Başlar

Tarihte bugün Wenger'le Arsenal efsanesinin başladığı gün. Tam 16 yıl olmuş o koltuğa oturalı ve gözüken 20 yılı devireceği. Alex sakızını evde çiğnemeye karar verir ve emekli olursa yakın zamanda onun rekorunu da kırması şaşırtıcı olmaz. Bu arada bir takımın başında en uzun süre kalma rekoru Sir Alex Ferguson'a ait değil sanılanın aksine. Rekoru kırmaktan kastım İngiltere için dolasıyle.

Bir takımın başında en çok kalan isim kim diyenler olabilir. Sıkı durun tam 44 yıl Auxerre'i çaıştıran Guy Roux dünya üzerinde en uzun süre aynı takımı çalıştıran teknik direktör ünvanını taşıyor. Bu rekorun kırılması gibi bir durum bir daha söz konusu bile olamaz herhalde. Dile kolay 44 yıl..

Son söz Wenger için.. Arsene inatçı bir adam ve para harcama konusunda çok cimri. Ekonomi masterı yaptığını düşünürsek bu pek şaşırtıcı değil. Ona bu konu sorulunca harcamaya değer oyuncu bulursak para harcarız merak etmeyin diyor. En son ciddi para döktüğü adam Arshavin'di. Onun yarattığı hayal kırıklığı ile bir daha çok fazla harcamadı. Kulüp bu yıl karını biraz daha öteye taşırken, başarı için beklenen şey Finansal Fair Play oldu. Bu düşünce gerçekten uygulanabilirse ciddi manada Arsenal'in devri başlayabilir ama ben halen uygulanmasının pekte mümkün olmadığını düşünenlerdenim.

Fifa 2013 Oyuncu Puanları

Fifa 2013'ü henüz deneme fırsatımız olmadı ama PES'i denedik. Oyuncu puanları konusunda Fifa her zaman daha gerçekci oldu orası kesin. Bu yıl PES'te puanlamalara bakarsak Messi, Ronaldo 99 diğer yıldızlarda hep doksanlar civarında. Bunlar yine anlaşılır ama Sabri'nin 85, Krasic'in 88 olduğu yerde Falcao'nun 79 olmasını anlamam.

Geçen yıl Fifa, PES'i fena şekilde ezmişti. Bu yıl PES daha iyi olacak ama oyuncu puanları açısından yine sınıfta kaldılar...

Hafta Sonu Futbol Ekranı

28 Eylül Cuma
20:00 Orduspor - Galatasaray (Ligtv)
21:30 Fortuna Düsseldorf - Schalke 04 (TRT Haber / TRT Web)

29 Eylül Cumartesi
13:00 Zenit St.Petersburg - Lokomotiv Moskova (Ligtv 2)
14:45 Arsenal - Chelsea (Ligtv 3)
15:00 Kayseri Erciyesspor - Adana Demirspor (TRT Spor)
16:30 Werder Bremen - Bayern Münih (TRT Haber)
17:00 Bursaspor - Gaziantepspor (Ligtv 2)
17:00 Norwich City - Liverpool (Ligtv 3)
17:00 Fulham - Manchester City (Ligtv 3)
19:00 Kasımpaşa - Fenerbahçe (Ligtv)
19:00 Akhisar Belediyespor - KDÇ Karabükspor (Ligtv 2)
19:00 Çaykur Rizespor - Samsunspor (TRT Spor)
19:00 Karşıyaka - 1461 Trabzon (TRT Web)
19:30 Borussia Dortmund - B.Mönchengladbach (TRT Haber)
19:30 Manchester United - Tottenham Hotspur (Ligtv 3)
23:00 Sevilla - Barcelona (NTV Spor)

30 Eylül Pazar
12:30 CSKA Moskova - Dinamo Moskova (Ligtv 2)
15:00 Şanlıurfaspor - MKE Ankaragücü (TRT 1 / TRT Web)
15:00 Kartalspor - Boluspor (TRT Web)
16:00 Eskişehirspor - İstanbul BB (Ligtv)
16:30 Eintracht Frankfurt - Freiburg (TRT Haber)
18:00 Aston Villa - West Bromwich (Ligtv)
18:30 Wolfsburg - Mainz 05 (TRT Haber)
19:00 Trabzonspor - Mersin İdman Yurdu (Ligtv)
19:00 MP Antalyaspor - SB Elazığspor (Ligtv 2)
19:00 Manisaspor - Bucaspor (TRT Spor)
19:00 Adanaspor - Gaziantep BŞB (TRT Web)
19:00 Torku Konyaspor - TKİ Tavşanlı Linyitspor (TRT Web)
20:00 Gençlerbirliği - Kayserispor (Ligtv 3)
20:50 Real Madrid - Deportivo La Coruna (NTV Spor)
22:30 Espanyol - Atletico Madrid (NTV Spor)

1 Ekim Pazartesi
00:30 Gremio - Santos (Ligtv 3)
20:00 Beşiktaş - Sivasspor (Ligtv)
20:00 Denizlispor - Göztepe (TRT Spor)
22:00 QPR - West Ham United (Ligtv)

Kaynak: tribundergi.com/forum

Blogçuluk!


26 Eylül 2012 Çarşamba

Haftanın En Güzel Golleri | Eylül #4

25 Eylül 2012 Salı

Tito'nun Üçgenleri

Barcelona Guardiola'nın ayrılması ile beraber sistemde elbette değişikliğe gitmedi ancak orta saha yapısında en azından rotasyonda değişiklikler oldu. İdeal 3lü mü bulunamadı yoksa başka bir arayış mı var bilemiyorum ancak her maça farklı orta saha 3lüsü ile çıktı Tito. Son maçta garipsediğim ise Song'un defansta görev alması oldu. Tamam Barcelona orta sahadan bir çok oyuncuyu defansif ve ofansif olarak devşirdi ancak Song bunu becerebilecek bir oyuncu değil. Arsenal'de  ofansiif yönde fazlasıyla katkısı olmasına karşın defansif zafiyetleri yüzünden oldukça eleştirildi. Orta sahada bunlar konuşulurken defansın ortasında çok daha fazlasını beklemek hata olmaz. Song'un ayrılması ile beraber Diaby'nın Arsenal'de oraya geçmesi ile gol yemeyen bir takım olan Arsenal için Song'un zafiyeti kapatıldı denildi. Öte yandan hücumda ise eksikliği yaşandı.
Kısacası Tito her şeyi denesin ama Song'u defansın ortasında denemesin benden söylemesi. Unutmadan diğer bir öneri ise Cesc konusunda macera aratıp hücumda kullanmak yerine Xavi yavaş yavaş emekliliğe yaklaşmışken onun yerinde kullanmak çok daha iyi olacaktır. Hayır yedek kulübesine mahkum edilecekse geri verin abisi...

Ümit Özat ve Kadının Futboldaki Yeri

Dün gece twitterda bir anda Ümit Özat muhabbeti dönmeye başladı. Yahu ne oluyor ne dedi bu adam derken programın videosunu bulup izledik. Konuşulanlar ve ardından oluşan manzara tamamen bizi yansıtan bir durum ve aslında çok şaşırılacak bir durum yok.

Olayın  başlangıcı Faik Çetiner'in programlarında hep kullandığı(hiç anlam veremediğim), sokakta taraftar röportajları. Maç çıkısı kadınlara sorulan soru Aykut Kocaman. Hepsi gitmeli bu adam bir şey bilmiyor diyor ama arkasından ekledikleri bahaneler anlamsız şeyler. Efendim sahaya çıkan takım çok kötüymüş, dizilişler yanlışmış falan filan. Bunu dinleyen Ümit Özat gazı alıyor ve başlıyor sallamaya. Aslında niyeti kadınların futbol konuşmasının yanlış olduğunu söylemek zira bununla teknik direktör suçlamak ayıp demeye getirecek ama stüdyoda bir hanımın bulunmasını da unutarak genellemeye götürüyor işi. Daha önce katıldığı programlarda -mesela Ntvspor'da Dilara Gönder'in konuğu olmuştu- sunucular hep kadınken, ona soruları soranlar anlamıyor dediği insanlarken bunları söylemesi abes kaçıyor.


Evet başta niyet çok kötü değil ama stüdyodan Simge Fıstıkoğlu itiraz edince (hemde adabıyla) yavaş yavaş sinirleniyor ve saldırmaya başlıyor Ümit Özat. Karşısında konuşan kişi bir erkek olsa ve onun gibi laubali konuşsa bu muhabbetin böyle sürmeyeceği aşikar ancak Fıstıkoğlu sürekli sizli konuşup lafları saygısızlığa kaçmadan gediğine oturtunca Ümit iyice sinirleniyor ve vites yükselterek saldırmaya devam ediyor. Bir ara son haddine ulaşıp o kadar insanın içinde eşini aşağılamaya kadar götürüyor işi. Mesele kadınların futboldan anlayıp anlamama meselesi değil, burada sorun kadının bu şekilde tarif edilmesi. Ümit Özat bunları 30 sene önce söylese garip bir durum oluşmazdı ama zamanın değiştiğinin farkında değil hemde gözünün önünde koca bir örnek olmasına rağmen. Kadın artık onun dediği gibi dantel ören, yemek yapan figür olmaktan çıkalı çok oldu. Öyle olmasa Simge Fıstıkoğlu bir sandelye yanında oturuyor olmazdı. ''Evinin kadını, çocuklarımın anası olacaksın'' devrinin bittiğinin henüz farkında değil Özat ya da farkında ama işine gelmiyor kabul etmiyor/edemiyor.


Futbol konuşmak için kariyer şart mı?
''Benim futbol konuşacağım kişinin benim futbol düzeyimde olması lazım. Ama bu sizin görüşlerinize saygı duymayacağım anlamına gelmez.'' Bu diyalog programda geçiyor ve Ümit Özat bunu Simge Fıstıkoğlu'na söylüyor. Bunu söylemesinin tek nedeni tartışmada üstüne çıkmak zira bugüne kadar onun kadar futbol oynamamış, kariyer sahibi olmayan bir çok adamla konuştu. İşin daha garibi aynı programda bulunan adamlarda eskiden futbolcu falan değildi ya da futbol konusunda exper falan. Futbol konuşabilmek için futbolcu olmak diye bir şart asla olmadı, olmayacakta. Bugüne kadar verilen klasik örnek Jose Mourinho'dur bu konuda. Futbol kariyerinde üst düzeyde hiç bulunmayan Mou, dünyanın en iyisi olma yolunda her gün bir mihenk taşı daha ekliyor. Spor programları futbol konuşan değil reyting getirecek adamlarla dolu. Dün Ümit Özat'ın yaptığı da bundan farklı değildi. Bu yapıyı sürdürecekse bu işten çok daha fazla ekmek yer. Ne de olsa memlekette bağırarak konuşmayanı, birilerini aşağılamayanı sevmiyor seyirci.

Başlıkta sorduğum soruya kendim cevap verecek olursam özetle şu. Hayır efendim futbol konuşabilmek için futbolun içinden gelmek gibi bir şart aranamaz. Sokakta, kahvede her yerde futbolun konuşulduğu bir ülkede bunu söyleyemezsin. Ha kastın futboldan anlamaksa yine söyleyemezsin. Sosyal medyada konuştuğum takip ettiğim sıradan 10 tane adam çıkarır karşına koyarım ve inan bana onlar senden ve yorumcuyum diye geçinenlerden çok daha iyi konuşurlar. Antreman bilgileri yoktur ama o kadar ihtiyaçta yoktur. Sonuçta yorumcu takım çalıştırmayacak, yorum yapacak. Yorum yapmak için gereken antreman bilgisini de çağımızda rahatlıkla öğrenebilir!

Dünyanın hiç bir yerinde kadınlar futbol konuşmuyor!
Afedersin ama halt etmişsin sen sevgili Ümit Özat! Dünyanın her yerinde kadınlar futbol konuşur, yorumlar hatta basketbol falan filan hepsini konuşur. Bunun aksine dünyanın hiç bir yerinde bir kaç adam futbol programı adı altında bir araya gelip kadını aşağılamaz! (Mesele kadının futboldan anlayıp anlaması değil gösterilen tavır. Bunu bir daha hatırlatayım.) Kadını aşağılamayı geçtim oturup futbol dışında her şeyi konuşmaz, konuşursa o programın adı futbol programı olmaz! Elin İngilizi oturup futbol programı yapınca verileri ortaya koyar ve onlarla konuşur. Telegol veya Beyaz Futbol mantığı hangi ülkede var abisi? Sözde hani bunlar futbol programı ya..

Sonuç
Evet kadınlar erkeklere göre futbol konusunda daha geri plandadır. Çünkü ilgilerini çekmez abi. Alışverişe duydukları merakı futbola duysalar neler olurdu bilemem. Burada konu zaten kadının futboldan anlayacağı anlamayacağı meselesi değil. Programda olay Ümit Özat'ın kadına bakışıydı. ''El örgüsü, yemek yapar, ev işlerine bakar; erkekte para kazanır evi geçindirir.'' Bu cümle Ümit'in kadına bakışı zaten meselenin de başlangıcı. 

Son olarak sevgili Ümit Özat'a evden çıkarken takvime bakmasını öneriyorum. Zira yıl oldu 2012 hala klişelerle konuşuyor, genellemeler yapıyor. Bundesliga'da oynadın, Almanya'da yaşadın ama oralardan bir şey kapmamışsın anlaşılan. Karşısındaki kadını sen kimsin ne bilirsin tarzı şeylerle ezmeye çalışmak(ki erkek olsa da fark etmezdi) egodan başka bir şey değildir. Ha bir de göbekli delikanlı tarzı var ya hani onu da beceremiyor. Delikanlı adam o kadar adamın içinde karısını aşağılamaz ya da bana öğretilen bu. Adamlıktan bahsediyorsan önce adamlığın ne olduğunu konuşalım (yalnız kariyerim zayıf haberin olsun) sonra bu konulara girelim. Sevgiler Ümit Özat umarım görüşmeyiz, yazmak zorunda kalmam senin hakkında.

video

Neşet Ertaş(1938-...)



''Neşet Ertaş türkü demek; binlerce yıldır söyleyen ve söylenecek olan... Neşet Ertaş bağlama demek; binlerce yıldır çalınan ve çalınacak olan...''

Yalan Dünya dedin hep harbiden yalanmış işte bak.. Daha bir kaç gün önce hakkında çıkan ''öldü'' haberlerine sosyal medya üzerinden ''Merhaba sevenlerim. Yine beni öldürmüşler anlaşılan. Bunu daha öncede yapmışlardı, hayattayım ve bu haberler beni çok üzüyor.'' demiştin. Bu sefer çıkıp yalanlayamayacaksın, keşke çıkıp yine aynısını diyebilsen...

Sanatçı kavramının gerçekten yakıştığı insanlar vardır ya hani. İşte Neşet Ertaş öyle bir adamdı. Belki  kelime manasıydı bu kelimenin. Ondan bahsederken ''Aşık Veysel''den bahsedilmesi bile çok şeyi anlatır sanırım. Beni, babamı hatta dedemi etkilemiş bir adamı kaybettik. Sanatçılar ölmezmiş onlar sadece unutulunca ölürmüş. Senin unutulmayacağın kesin üstad. Senin unutulman için müziğin dünya üzerinden silinmesi gerekir. Gönül adamı, halk adamı olmak kolay değildir; sen bunu rahatlıkla başarmış, gönüllerde taht kurmuş bir adamdın. Bundan yaklaşık 10 yıl önce ''devlet sanatçısı'' unvanı verilmek istedindiğinde ''Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca devlet sanatçısı unvanı taşımak bana ayrımcılık gibi geliyor. Ben halkın sanatçısı olarak kalayım o bana yeter.'' demişti. Evet, sen halkın sanatçısı olarak kaldın, kalacaksın. Zira sokaktaki hamal da seni sevdi dinledi, sıradan bir memurda, Köşk'teki Cumhurbaşkanıda. Ruhun şad olsun üstadım. Gönlümüz hep seni arayacak inan bana...

24 Eylül 2012 Pazartesi

Tempo var, Hareket yok! | FB 0-0 TS


Hafta arasında,  uzun bir aranın ardından takımı çıplak gözle izleme fırsatı buldum. 2-0'dan beraberliğe gelen maçta Fenerbahçe'nin defolarını yakın çekimden görme fırsatım oldu. Bu maç başlarken takımın tempo yapmasını bekliyordum Marsilya maçının ardından ancak asıl yapılması gereken hareketlilikti. Zira hafta arasında takımın en büyük sorunu statik oyunuydu.

Maça bir kaç gün önceki kadroda tek değişiklik ile başladı Fenerbahçe. Tempoyla beraber Stoch'un hareketliliğinden faydalanmak istemiş olacak ki Caner yerine onunla başladı hoca. Taktik plan hemen maçın başında uygulamaya konuldu ve daha ilk dakikalarda Sow golü atabilirdi. Atsa senaryo çok başka yerlere gelecekti. Fenerbahçe'nin ataklarında sonuç alamaması bordo mavili takımı cesaretlendirdi ve daha çok öne çıkmaya başladılar. Bekir'e baskı rakip takımların 1. taktiği haline geldi. Zira Trabzon'da Yobo ve Gökhan'ı kapatarak Bekir'in top almasını sağlamaya çalıştı. Volkan bu tuzağı çabuk fark edince uzun vurmaya başladı ve maç ''dan-dun'' denilen duruma geldi. İlk yarıda kilidin açılamamasının sebebi pas trafiğinin çabuk sağlanamamasıydı. Bunu yapabilmek için tempoyla beraber hareket etmek gerekirdi ancak Alex dışında bütün oyuncular topu ayağına isteyince orta alanda top çevirip durdu Fenerbahçe ve ilk yarı bitti.

İkinci yarı Şenol Güneş'in takımı şok presle başladı. Fenerbahçe her topu uzun vurunca ribaundları toplayan bordo mavili takım oyunun kontrolünü ele aldı. Fenerbahçe'nin bu oyuna cevabı ancak uzun şutlarla oldu. Oyunun dengesi son çeyreğe doğru değişti. Aykut Kocaman kanatlar işlemeyince Stoch ve Topuz'u kenara alıp Semih ve Cristian'ı sokarak kanatları sadece Gökhan ve Hasan Ali'ye emanet etti. Zira maç boyu kanat akınlarını yapanlardı onlardı zaten. Kurulan baskıya karşılık Alex son paslarda başarı sağlayamayınca bir türlü delinmedi Trabzon'un göbeği. Çok net kontra fırsatları da yakaladılar ama Olcan cömertçe harcayınca skor değişmedi ve maç başladığı gibi bitti.

Yorum
Takımın sorunlarını tek cümlede söyleyecek olursak şöyle bir tablo çıkar: Alex dışında herkes statik oynuyor, takımda özgüven eksikliği tavan yapmış durumda(en son Aragones döneminde olmuştu bu!) Kanatlar işlemiyor...

Marsilya maçında yaşanan en büyük sorun belkide takımın statik olmasıydı. Bu maçta da bu düzen sürdü ve herkes topu ayağına bekledi. Kimse topa yaklaşmayınca pasların hızı düşük kaldı ve rakip defansın dengesi bir türlü bozulamadı. Diğer yandan Topuz ve Stoch  kanatlardan akın geliştiremeyince Gökhan ve Hasan Ali sürekli boş koşularla gitti geldi. Bunların genel nedeni özgüven eksikliği gibi duruyor zira takımın üstündeki bu baskı buna yol açmış gözüküyor. Bir türlü beklenen galibiyet serisinin gelmemesi ve hafta arasında Marsilya maçında dramatik şekilde puan kaybı takımda baskıyı son haddine çıkardı.

Son anlarda sorumluluk alan tek ismin kurtarıcı olarak sahaya giren genç Recep Niyaz'ın olması da oldukça manidar. Bu takım elbet kendine gelecek ve rayına girdiğinde seri galibiyetler alacak. Ancak bu geri çekilme problemi kısa sürede çözülemeyecektir. Faturayı Aykut Kocaman'a çıkarma taraftarı değilim zira hoca değişikliği ile çözülecek sorunlar değil Fenerbahçe'nin sorunları. Bir ay sonra takım halen aynı gidiyorsa işte o zaman hocayı konuşmaya başlarım ama bugün değil, o gün bugün değil...

FENERBAHÇE: 0 - TRABZONSPOR: 0
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Fırat Aydınus, Serkan Ok, Aleks Taşçıoğlu
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Bekir İrtegün, Yobo, Hasan Ali Kaldırım, Mehmet Topuz (Dk. 76 Semih Şentürk), Mehmet Topal, Meireles, Stoch (Dk. 76 Cristian), Alex, Sow (Dk. 84 Recep Niyaz)
Trabzonspor: Onur Recep Kıvrak, Celustka, Mustafa Yumlu, Bamba, Emerson, Yasin Öztekin (Dk. 81 Barış Özbek), Zokora (Dk. 81 Henrique), Sapara, Olcan Adın, Alanzinho (Dk. 89 Janko), Halil Altıntop
Sarı Kartlar: Dk. 23 Zokora, Dk. 90 3 Barış Özbek (Trabzonspor), Dk. 57 Meireles (Fenerbahçe)  

İnandık, Olacak!


Topçular adına bu sezonun çok farklı olacağı fikri hakimdi geçen sezonun sonunda ancak RVP'nin ayrılmak istemesi yine aynı senaryoyu yaşatmıştı Arsenal taraftarına. Yeni transferler yapıldı her şeye rağmen umut dolu başladı sezon. İlk iki maçta gol atamaması takımın yine klasik Arsenal sezonu olacak söylemleri yaratsa da Anfield'ta gelen galibiyet rüzgarı bir anda tersine çevirdi ve Man City karşısında oynanan oyun ile de ümitler iyice arttı.

Şu fotoğraf Arsenal'in bu sezonu için çok fazla ipuçu barındırıyor aslında. Gerçekten takım oldular ve birbirlerine sarıldılar. Şimdi şampiyonluktan bahsedebilmek bile benim gibi Arsenal taraftarları adına yeterli. United böyle oynadıkça onları geçmek zor olmayacak, Londra'nın mavi yakası Chelsea ise orta sahasını boşaltarak sezonun en büyük hatasını yaptı ve kendi ayaklarına sıktı. Manchester City ise Mancini'nin yeni taktik planına pek alışmış gibi gözükmüyor. Bu doneleri alt alta koyduğumuz zaman Arsenal'in ciddi manada şansının olduğunu söylemek hayalcilik olmaz. Onlar inandıysa bize de destek vermek düşer. Haydi çocuklar neden olmasın. Sermayeye, paranın gücüne karşı sizin inancınız. Biz tek onlar hepsi!

Bu güzel karenin oluşumunu GİF olarakta koyuyorum alta. Mertesacker'e dikkat yalnız. Arkadaş 2 metre boyu ile dizlerinin üstünde kaymaya çalışıyor. Sadece çalışıyor :)

Shayk&CR7'nin Bileklikleri

Ronaldo ile İrina Shayk'ın birlikteliği malumunuz. İkili aradaki bağlantıyı hiç koparmamak adına aynı bileklikten takmışlar. Bizde bunu genelde liseli aşıklar yapar hani. Garipsemedim değil ancak saygı duymaktan başka çaremizde yok. Aşk onların hayat onların... Her şey tamamda bileklikler pazardan almış gibi duruyor be abisi. Real'den az kazanıyorum diyorsun ama aldığın para daha iyisini alabilir de mi :/

Löw-Schweni-Poldi