17 Nisan 2012 Salı

Röportaj: Dani Alves

Bir kaç gün önce The Guardian'da gördüğüm Dani Alves röportajını çevirip bloga koymayı düşünüyordum ki sevgili Barış Gerçeker beni bu zahmetten kurtarmış sağolsun :)


Dani Alves bir kaç yıl öncesine kadar benim 1 numaram kesinlikle değildi çünkü ortada bir Maicon gerçeği vardı! İnter'in çöküşü ile beraber Maicon'da bitince geriye bu adam kaldı. Kişisel olarak #halamadrid diyen bir adam olarak sevmesem de şu an en iyisi o. Sid Lowe'ın röportajına gelince:


Dani Alves Barcelona'nın yakınlarında küçük bir kasaba olan Sant Just Desvern'deki ofisinde büyük bir masanın arkasında oturuyor, üstünde bir gömlek, kravat ve ceket var. Arkasında düzgünce katlanmış sayısız futbol takımı formaları, fotoğraflar ve kupalar barındıran bir dolap var. Bir sürü kupa. Sağındaki camın öteki tarafında bir yönetim toplantısı. Solundaki camın öteki tarafında ise resepsiyon var; deri bir koltuk, sabahki gazeteler, danialves.com'u gösteren bir televizyon, 2011 Europa Cup finalinin özetlerini gösteriyor - "Kariyerimin en iyi anı" diyor. Eksik olan tek şey bir kutu kartvizit. Gerçi olsa ne yazacak ki üstünde? "Daniel Alves de Silva, sağ bek"? 

"Leonardo Da Vinci, ressam ve dekoratör"den sonra en yersiz kartvizit olabilir bu. "Ama" diyor Alves "ben bir sağ bekim." Bir sağ bek, nokta? "Yok, nokta değil, hayır." Alves'in full-back kavramı, kafasındaki futbol felsefesi farklı olduğundan bunlar böyle algılanıyor. Ve tabii hocası Pep Guardiola'nın da öyle. "Brezilya eğitiminde, ağırlık hücum üzerinedir" diyor Alves "ama bu demek değil ki ben tam bir bek değilim". 

"Gareth Bale'i ele alalım mesela, çok sevdiğim bir oyuncu" diye açıklıyor. "O Brezilya mayası içinde bir full-back, zihniyeti buna benzer. Avrupa'da Tottenham onu açık gibi oynatıyor ama benim takımımda hep full-back olurdu. İnsanlar korkuyorlar ve hücumcu full-back'leri açık oyuncusu olarak oynatıyorlar. Böylelikle daha çok hücum yapacaklarını düşünüyorlar ama çoğunlukla daha az ve daha 'az iyi' hücum edebiliyorlar. Roberto Carlos'la da aynısı oldu: açık oyuncusu olarak daha az etkiliydi, onun koşusuna daha erken başlaması lazım. Bale daha yetenekli ve açık oynamak için iyi ama Barcelona'da full-back olurdu." 

Konu isimler değil, konu kavramlar. Bu Bale'e sulanmak değil, her ne kadar Barcelona onu izletmiş olsa da. Bu bir gösterim, sunum. Chelsea menajeri Roberto Di Matteo Çarşamba akşamki Şampiyonlar Ligi ilk maçı öncesi taktik tahtasının önüne geçtiğinde Alves'e sıra geldiğinde ikilem yaşayacak - Guardiola'nın deyimiyle Barcelona'nın aynı maçta geride hem dörtlü hem üçlü oynamasını sağlayan oyuncuyla ilgili olarak. 

Tarihteki en başarılı Sevilla takımının sürücü gücü, La Liga asist tablolarının bir sezon için en tepesindeki ismi, İspanya'da topla en fazla hareketli olan isim olan Alves Barcelona'ya 2008'de geldiğinde ideal yuvayı bulmuştu kendine. Onlar da, buna karşılık, kendileri için mükemmel oyuncuyu bulmuşlardı; sağ bek, sağ orta saha, sağ açık, merkez forvet, merkez ortasaha, destek forvet, top çalıcı, oyun kurucu, hepsi bir arada, hiperaktif bir yumak içinde. Atlet ve estetik, ulta-becerikli ve ultra-rekabetçi, Sonic the Hedgehog'un futbolcu hali, tam suratında ve ceza sahasında. Ve kendisininkinde de. Jorge Valdano'nun dediği gibi "Dani Alves sahada koşmaya başladığında, sahada geri dönen kendisiyle karşılaşıyor" 

Geçen sezon Chelsea sadece savuma oyuncusu olan birine €36m (£29.6) bayıldı. Ama Alves asla "sadece bir savunma oyuncusu" olmadı. Alves Barcelona'nın iki sene hiç bir şey kazanamadan sonra kadrosuna kattığı iki isimden biriydi - diğeri de Gerard Pique. Sonra hemen üç kupa kazandılar. Arkasındaki kupa dolabına şöyle bir göz atınca her şeyi görebiliyorsunuz zaten, üç lig ünvanı, iki Kral Kupası, dört İspanya Süper Kupası, iki UEFA Kupası, üç Avrupa Süper Kupa'sı, iki Şampiyonlar Ligi Kupası, iki Dünya Kulüpler Kupası. 2006'dan bu yana onsekiz kupa; Dünya üzerinde kulüpler seviyesinde son altı yılda daha fazla başarıya ulaşmış başka bir oyuncu yok. 

Lionel Messi Barcelona'nın gol atma rekorunu kırdığında Alves bunlardan 31 tanesinin sağlayıcısı olmuştu, herkesten fazla asist demekti bu. 2009-10 sezonunda İspanya'da tüm oyunculardan fazla asist yapmıştı, bu sezon sadece Messi, Ronaldo ve Angel Di Maria daha fazlasını sağlamış durumda. Opta'nın istatistiklerine göre, sadece Messi ve Xavi rakip yarı sahada topla ondan daha fazla buluşmuşlar ve sadece iki oyuncu sahanın son üçte birinde daha fazla isabetli pas yapmış. Topla buluşmalarının % 63.5'i rakip yarı sahada. Heh, eleştirmenler diyor ki bu savunma yapmadığı içinmiş. 

Alves'in tepkisi keskin "İnsanlar otomatik olarak düşünüyor ki, hücum ediyorsan savunma yapamazsın. Doğru değil." Yine, kavram ve adaptasyon soruları. Bütün bunların yanında, savunma yapabiliyorum diyor. "Yapamayacağımız bir şey varsa o da 11 kişiyle topun gerisine geçerek oynamaktır. Savunma? Neyi savunuyoruz? Geleneksel anlamda 'savunma' yapamazsın ki, rakip sana hücum etmiyorsa. Ve biz rakiplerin bize hücum etmesine izin vermeyerek savunma yapıyoruz. Madrid'e karşı neredeyse hiç hücum yapamadım çünkü çok iyi kontraya çıkıyorlar. Kontrolü elimizde tutmamız gerekiyordu, eğer bunu yapmasaydık silindir gibi geçerler üstünden. Benden savunma yapmam istenirse, bu benim için zor çünkü ben hücum etmeyi seviyorum, dahil olmayı seviyorum ama yaparım." 

"Futbolu köklerine geri getiriyoruz. İlgi her şeyi değiştirdi: tek fark eden kazanmak, her nasıl olursa olsun. Kazanamazsan değersizsin. Benim için bu futbol değil. Ben küçükken kazanmak isterim ama oynama nedenim eğlenmekti. Yaklaşımımız biraz da bu. Eğlence. Futbolu seviyorum, tapıyorum ona. Taraftarlara da bunu geri vermemiz lazım." 

"Ben Barcelona'yla benzer kavrama sahip olduğum için buraya gelmem kolaylaştı. Bu aynı zamanda Barcelona'nın beni istemesinin de nedeniydi; uyacağımı biliyorlardı. Onların oyunu topla buluşma, teknik, kombinsyon, hücum. Barça her zaman bu yaklaşımı paylaşan isimlerle imzalar ve doğru karakter özelliklerine sahip olanlarla" diyor Alves, derken bir sportif direktör sesi taklit etmeye başlıyor "Barça Asla 'İnsanlar onu çok övüyor, hadi alalım' demez. Hayır. Bak Alexis'e (Sanchez); spektaküler ama hiç medyatik değildi. Yine de Barça dünyanın parasını verdi çünkü neler katabileceğini biliyorlardı." 

"Barcelona'yla ilgili en zor şey oyunu nasıl oynadıkları değil, oyunu nasıl anladıkları.Taktiksel olarak Pep'in yönetimi altında kendimi geliştirdim, yapması bazen en zor şey gibi gözüken en kolay şeyleri yapmayı öğrendim. Ama anahtar bizim baskı yapma şeklimiz - ve baskıyı ilk başlatan kişi de en iyi oyuncumuz, Leo Messi. Felsefenin başlangıç noktası bu zaten. Ben asla bir takımın bizim gibi pres yapabileceğini düşünmüyorum, birinci dakikadan 95. dakikaya, topa baskı ve rakip yarı sahada. Pep'in en büyük başarısı oyuncuları, en büyük olanları bile buna ikna edebilmesinden geçiyor." 

Guardiola'nın Wembley'de oynanan 2011 finalindeki 3-1'lik zaferle ve dominant oyunla biten Manchester United maçından önce söylediklerini hatırlıyor. "Bizden tek istediği hücum yapmamızdı - kazanmanın tek yolu buydu, özellikle de fiziksel olarak kuvvetli olan ve yıkıcı şekilde kontraya çıkan takımlara karşı. Onların topa hakim olmasına izin veremezsin, eğer topu alırlarsa senin geri alman gerekir. Hemen. Finalden sonra [Nemanja] Vidic bizi tebrik etti ve spektaküler bir takım olduğumuzu söyledi. Bunu gerçekten oyunu ve bir futbolcu olmanın ne kadar zor olduğunu bilen kişilerden duyunca işte bu dersin. İnsanlar bazen sana saldırırlar ve sen 'hiç bir şey bilmiyorsun ki' dersin. Koltuğumda otururken ben dünyanın en iyi futbolcusuyum ama çıkıp oynaman lazım bunu göstermek için. Vidic'in söyledikleri bu yüzden çok önemliydi." 

Barcelona için hele, çok daha fazlası. Ciddi şekilde direnç ve suçlamalarla karşılaşıyorlar. 28 yaşındaki Alves zekice ve analitik bir şekilde konuşuyor; imajının farklı olduğunun farkında ve bazen sahada kendisini tanıyamadığını itiraf ediyor. Hakem olup olamayacağı sorulduğunda sesi dehşete düşmüş gibi çıkıyor "Hayır!" diye bağırıyor. "İnsanlar zaten sevmiyorlar beni, bir de hakem olduğumu düşünsenize!" Belli ki baskılar sonuç vermiş. "İnsanların kusur aramaları veya başarının geçerliliğini sorgulamaları can sıkıcı olabiliyor ama bu onların yetersizliğinin bir dışavurumu, gerçekten, dikkati dağıtma biçimi" diyor "daha iyi yarışmaya konsantre olmaktansa, bazıları sizi aşağı çekmeye odaklanabiliyor." 

"İnsanlar sanıyor ki futbolcular sadece ahbaplarıyla takılıyorlar. Kazanırlarsa ne âlâ, yok olmazsa ona da eyvallah. Yok öyle bir şey, hayır. Senin bir zorunluluğun ve sorumluluğun var. O kadar uzun zamandır oyunun içindeyim ki ben bununla başa çıkabiliyorum ama bazen hâlâ öyle zamanlar oluyor ki sinirlerin seni alt edebiliyor. Kazanma korkusu seni daha iyi yapıyor çünkü bu sayede kapılıp gitmekten kurtuluyorsun. Büyük takımlar ve büyük takımlar da bazen korkar. Korkamayacağın tek şey ise oynamaktır." 

Korkmaktan bahsetmişken, akıllar hemen 2009'daki yarı finale, önümüzdeki eşleşmenin üstüne gölge düşüren maça gidiyor. Chelsea neden kaybemişti? Alves'in cevabı direk: "Korku". "Hiç şüphe yok ki bizim oynadığımız en zor maçtı" diyor. "insanlar Chelsea'nin kazanabileceğini ama buna hakemin engel olduğunu söylüyor, ama bunun için biz ne diyebiliriz ki? Düşünüyorum da [2009'da], Chelsea finale çıkamadı çünkü korktular. Bir adam fazlası olan, evinde oynayan, 1-0 önde olan takım bize hücum etmeliydi. Chelsea bir adım ileri atacak cesareti gösteremedi. Onun yerine geri çekildiler ve bedelini ödediler. Bize hücum etmediklerini gördüğümüzde farkettik ki kendi oyunlarını terk ettiler. 1-0'a razılardı, razılardı ama unuttukları bir şey vardı ki 1-1 bize yetiyordu. Tüm yaptıkları toptan kurtulmaktı. Bize topla oynamayı teslim ettiler ve Barcelona'yla oynarken yapabileceğin en kötü şey topu onlara teslim etmektir." 

Alves'in anlatacakları başa dönmüştü. "Tabii ki" diye ekliyor "eğer futbol kavramın bu şekilde değilse, olan budur. Geri gidersin, geri gidersin ve elenirsin. Asla geride kalamazsın. Yapamazsın bunu! İleriye gitmek zorundasın. Geride kalanlar: Kaybedenler. İleri gidenler: Kazananlar." İşte bu tam da Dani Alves'in kartvizitine yazdırabileceği şey...

Hiç yorum yok: